26 Ocak 2016 Salı

Veganlar ve sokak hayvanlarının hakları





Bir vegan olarak kedi/köpek haklarıyla ilgilenip diğer hissedebilir canlıların haklarını gasp etmekte ve onları kullanmakta sorun görmeyen hayvanseçer kitleyi eleştiriyor ve etik olarak yapmaları gereken şeyin vegan olmak olduğunun siyasetini yapıyorum. Vegan olmam ya da bunu yapmam sokak hayvanlarının haklarını savunmama engel teşkil etmiyor.
 
Birkaç gündür medyada özellikle sokakta yaşayan köpeklere dönük olarak “sokaktaki ‘başıboş’ köpekler saldırıyor” algısını oluşturan bir dizi haber dalgası başladı. Bu dalganın vurduğu kıyı, Kısırkaya toplama kampı olacak. Zira kısa zaman önce Kısırkaya için, İBB ile ilçe belediyeleri arasında protokol yapılmasına karar verildi. Tam da bu süreçte başlatılan “köpekler saldırıyor” haberleri ile toplu köpek toplamalarının meşrulaştırılacağı aşikâr. 

Öte yandan bir yılı aşkın süredir bazı veganlar, sokak hayvanları için vegan olmayanlarla birlikte hareket etmenin, vegan olmayanlara “Ben hayvanlar için görevimi yaptım!” şeklinde bir vicdan mastürbasyonu yaptıracağını savunarak, veganları sokak köpekleri için vegan olmayanlarla çalışmamaya davet eder bir konumda kendilerini konuşlandırdı ve bu söylem üzerinden yayın yaptı.

Vegan olmak, kedi ve köpek kullanımına ya da onlara karşı girişilen hak gasplarına karşı olmakla sınırlı olmayıp -bütün hayvanları kapsayan- hayvan kullanımı karşıtlığı olduğu için; kedi ve köpek türleri de bütün hayvanları kapsamadığı için yukarıdaki argümanın mantıksal bir geçerliliği yok.

Hayvanseçer kitle ile aynı kalabalık içinde yer alınan bir “köpekler sokağın halkıdır” eylemi, “vegan olmayalım” eylemi değil, katliama götürüleceği konusunda kuvvetli şüphe bulunan sokak hayvanlarının mevcuttaki konumunu koruma girişimidir.

Hiç kimse, mantıken, sadece kedi ve köpek üzerinden, veganlığın amacı olan “bütün hayvan kullanımı yanlıştır” noktasına varamaz ve kedi ve köpek hakları için mücadele ederek, bu iki tür dışında kalan öteki hayvanları kullanmama sorumluluğunu yerine getirmiş olamaz. Kedi ve köpek hakları için mücadele eden ama vegan olmayan kimseler, “sadece” kedi ve köpek hakları için mücadele etmiş ve vegan olmayan kimselerdir. Hayvanseçerdirler. Etik bireyler değildirler (vegan olmayan feministler, barış aktivistleri ya da çevrecilerden vb. farklı olmayarak). Bu kimseler, sömürülen bütün hayvanlara karşı sorumluluklarını yerine getirmedikleri için olası vicdan mastürbasyonlarını ancak kedi ve köpek türleri için yapabilir ve vegan olmayarak keyfi hayvan kullanımlarına devam ettikleri sürece vegan olmaya davet edilmek durumundadırlar.

Diğer yandan hayvanseçer kitle ile birlikte yapılan böylesi bir eylemden dolayı hayvanseçer kitlenin vicdan mastürbasyonu yaparak vegan olmayacağını savunanların şu ana dek sadece veganlardan oluşan bir kitleyle sokak hayvanlarının toplanmasına karşı nasıl bir eylemlilik içinde bulundukları da sorulmalıdır.

Bu bağlamda konu herkesin vegan olacağına ya da vegan bir dünyanın oluşacağına karşı duyulan bir inançsızlık değil, bu gerçekleşene dek spesifik olaylara, o olaylara dönük eylemsiz kalmanın saçmalığıdır.

Misal devrim olacağı konusundaki kesinliği sabit bir devrimcinin, devrim gerçekleşene dek olan biten haksızlık ve adaletsizliklere sessiz kalabileceğini düşünebilir misiniz? Ya da sessiz kalmayan bir devrimci için “Bu kişinin devrim olacağı hususunda kesinliği yok.” denebileceğini düşünüyor musunuz? Tam da bu bakış açısıyla, vegan bir dünya ya da “normun vegan olduğu bir dünya”ya olan inanç ya da kesinlik ile paralel olarak ölüme götürüleceği konusunda ciddi şüphe bulunan sokak köpekleri için eylemlilik içinde bulunulabilir ve bu eylemlilik, vegan bir dünyanın oluşturulacağı fikriyle çelişmez.

Kaldı ki hayatın diğer alanlarında (iş, okul ve hatta arkadaşlık) aynı kalabalık içinde bulunduğumuz vegan olmayan kimseler ile köpek toplamaya karşı bir eylemde aynı kitle içinde bulunmak ve ilişki geliştirmek, onlara veganlık anlatmak ve yaşayan örnek olarak veganları görmelerini sağlamak, veganlık yayını/yayımı açısından da bir eylemselliktir.

Veganlığa davet edildiğine “Yok arkadaş ben sokak köpekleri için eyleme giderek hayvanlara karşı görevimi yapıyorum.” diyen çıkarsa, veganlığın kedi ve köpekle sınırlı olmadığının anlatısı bu yukarıda değindiğim mantıksız “vicdan mastürbasyonu argümanı”nı yok etmiş olacaktır çünkü veganlığın konusu kedi ve köpekle sınırlı olmayıp bütün hayvanları kapsamaktadır.

***
 
Ve evet, insan eliyle karnı doyurulan kedi ve köpekler hayatta kalabilecekleri şekilde formüle edilmiş bitkisel yemeklerle beslenmelidir. Vegan kedi/köpek yemekleri dünyada mevcuttur. Konu, bu hayvanların biyolojik olarak “necil” olduğu değil, vegan bir diyetle sağlıklı şekilde yaşayabilmeleri ve bizim bir kısım hayvanı öteki hayvanlarla besliyor olmamızdaki etik sorun ile bu sorunun giderilmesi için yapmamız gerekenlerdir.





10 Ocak 2016 Pazar

Barış ve Veganlık



“Mezbahalar var oldukça savaşlar dinmeyecektir.” demişti Lev Nikolayeviç Tolstoy. Çizgiyi net olarak çekerek “Hayvan kullanımı var oldukça barış gelmeyecektir.” diyeceğim.

Barış için, adalet için olmazsa olmaz etik bir gerekliliktir veganlık. Veganlık yani Homo sapiens sapiens türünün hissedebilir (acıyı hazzı bilen; sentient) canlılar olan diğer hayvan türleri üzerinde kurduğu ve onları mal/kaynak statüsünde konumlandırdığı türcülük (tür hiyerarşisi) tabanlı hâkimiyetin reddi, barış ve adalet için başlama noktamızdır.

Irkçılık, cinsiyetçilik, yaşçılık, engelli ayrımcılığı, lgbti ayrımcılığı ve diğer ayrımcılıklar gibi türcülük de bir ayrımcılık biçimi olup diğer ayrımcılık biçimleriyle temel olarak aynı argümandan beslenmektedir. Bir grubun diğer gruptan üstün olduğu iddiasının ırk (beyaz-siyah), cinsiyet (erkek-kadın), yaş (genç-yaşlı) ikili karşıtlık eksenlerinin türcülükteki karşılığı insan-hayvan ikililiğidir. Herhangi bir gruba ait olmanın diğer grup üzerinde hâkimiyet kurmak için hak teşkil ettiği iddiasının “maruz bırakılan” değişkeni konumundaki ötekiler için ortadan kaldırılması gereken yegâne olmazsa olmaz, ayrımcılık fikrinin kendisidir. Ayrımcılığa karşı olurken nasıl ki cinsiyetçiliğe karşı olup ırkçılığı görmezden gelen bir tutum içinde yer almak mümkün olmayacaksa; bir ayrımcılık biçimi olan türcülüğe karşı olmadan ayrımcılığa karşı olmak mümkün değildir. Türcülüğe karşı olmadan herhangi bir ayrımcılık biçimine karşı olmak ya da herhangi bir ayrımcılık biçimine karşı olmadan türcülüğe karşı olmak, ayrımcılık karşıtlığı mantığının doğasına aykırı tutarsız bir edim olacaktır.

Türcülüğü herhangi bir ayrımcılıktan ya da herhangi bir ayrımcılığı türcülükten ayrı düşünemeyiz.

Tür hiyerarşisine dayalı ayrımcılık, ayrımcılığın öncü bir formudur. Tarihte ayrımcı ideoloji için bir grubu yok etmeyi meşrulaştırmanın en kolay yolu o  grubu “insan”dan uzaklaştırmak olmuştur. Neden ırkçı Nazi ideolojisi; Yahudileri, Slavları, Çingeneleri ve Afrikalıları “untermenschen” yani “alt insan” olarak tanımladı? Böylece onları hayvana yaklaştırmışlardı ve hayvan öldürmek sorun değildi.

Fiili barış ve barış tahayyüllünün karşısında konumlanan ırkçı, ötekileştirici, düşmanlaştırıcı, ayrımcı ideolojinin kökeninde türcülüğü görebiliriz. Tarihte; ırkçıların, insana yönelik faşizmi başlatmak için yapmaları gereken şeyin, hedeflerindeki grubu,  “insan statüsünden çıkarma” eylemi, bize, faşizmin olgusal olarak çoktan var olduğunu (hayvanlar üzerinde); yapılan yegâne şeyin, faşistlerin, hedef kitlesini genişletmek olduğunu göstermektedir.

İşte tam da bu yüzden adalet, eşitlik ve nihayetinde barış için çeşit ayırt etmeksizin her türlü ayrımcılığın meşru görülmeyeceği bir dünyayı oluşturmak durumundayız.

Türcülük karşıtlığının eşitliği veganlık yani hayvan kullanımının istisnasız reddidir.

İnsan-dışı-hayvanlar, tıpkı insan gibi hissedebilir (acıyı hazzı bilen) canlılardır. Acıyı, mutluluğu, tutsak edilmeyi, hazzı, ıstırabı ve stresi bilirler; sinir sistemleri vardır. Hiçbir hayvan; mal ve kaynak, yiyecek ve içecek, kıyafet ve aksesuar, kozmetik ve medikal ürün, denek ve eğlence, ulaşım, spor ve kumar objesi değildir. Veganlık yani ayrım yapmaksızın hissedebilir bütün canlılara karşı âdil ve etik bir yaklaşımla onları köle olarak görmeme yükümlülüğü, barış için başlama noktasıdır.

Veganlık bir beslenme ya da giyinme biçimi değil, beslenmeyi-giyinmeyi de kapsayan, nerede sömürü varsa orada sömürü karşıtı pratik sonuçları olan fikirsel bir ayrımcılık karşıtlığıdır. Veganlık, ayrımcılık ediminin olgusal olarak ortadan kaldırılmasıdır. Veganlık, bizden olmayanı sırf bizden olmadığı için ötekileştirebileceğimiz düşüncesinin yıkımıdır. Veganlık, birçok meşrulaştırıcı “susturucu” (kültür, inanç, gelenek) ile toplumun en çok hak gaspı, sömürü ve adaletsizliğe uğrayan halkları hayvanlar için girişilen ve sonuçlarının insan türünü barış, adalet ve eşitlik ekseninde devrimsel nitelikte dönüştürmesinin kaçınılmaz olduğu bir mücadele hattıdır.

Vegan olmak bize, hayvan sömürmenin nasıl keyfi bir kullanım olduğunu aksini yaşatarak göstermektedir. Evet, hayvan kullanmadan yaşamak mümkündür ve buna veganlık diyoruz. Hayır, hayvan kullanımı hayatta kalmak için olmazsa olmaz bir zorundalık değildir. Olmazsa olmaz etik zorundalığın karşılığı vegan olmaktır.

Veganlık bize, barış karşısında yer alan temel unsurlardan biri olan ayrımcılığın nasıl toplumun en zayıf halkası konumundaki hayvanlar nezdinde temelinden yok edildiğini göstermektedir.

Hayvan hakları, hayvan özgürlüğü ve veganlık kavramları, hayvan hareketindeki diğer yaklaşımlara göre temelde ortak bir şey söyler: Hissedebilir canlılar olan hayvanları insanın kendi menfaati için kullanması etik olarak yanlıştır! Nasıl ki yüzde beş oranda çocuk tacizini olumlayan bir taciz karşıtlığından bahsetmek mümkün olmayacaksa vejetaryenlik, hayvan refahı, part-time etsizlik, form tutmak ve “sağlıklı olmak için veganlık” gibi merkezinde “öteki”nin yer almadığı, “Hayvanlar hissedebilir canlılar olduğu için amasız-istisnasız onları kullanmak yanlıştır.” söylemini temellendirmeyen yaklaşımlar kısmen ayrımcılığı beslemekten, kısmen ayrımcılığı yeniden inşa etmekten, kısmen de ayrımcılığa karşı tutarsızlık oluşturmaktan öteye gidememektedir.

Toplumun en zayıf halkası konumda yer almaları hayvanların kendilerine karşı sürdürülen sömürüye direnmedikleri manasına gelmiyor. Kullanım altındaki hayvanlar kendilerine karşı yürütülen zorba sömürü düzeni içinde istimara ve zulme, işkence ve tutsaklığa karşı yanıtlarını kimi zaman saldırıyla, kimi zaman firarla kimi zaman da mukavemet göstererek veriyor. Bildiğimiz şey, hayvanların, kullanıma rıza göstermedikleridir. Hayvanlara karşı yürüttüğümüz savaş karşısında barışın ismidir veganlık.

Keyfi olarak hak gasp etmenin, hissedebilir bir canlının vücut bütünlüğünü ihlâl etmenin, onu mal ve kaynak olarak köleleştirmenin (bunların hepsi keyfi olarak hayvanlara karşı yapılmaktadır) zihinde meşru olarak karşılandığı bir mecradan adalet ya da barışın filizlenmesi mümkün değildir. Böyle bir ortamda barış, savaş karşısında her zaman için bir adım geride kalacaktır.

Sırf maruz bıraktığı kendinden farklı bir tür diye, hissedebilirlik açısından kendinden hiç de farklı olmayan hayvanlara karşı kan dökmeyi bilen, tutsak etmeyi meşru gören, kölelik ve sömürüyü sürdüren, ayrımcılığı yücelten topraklarda “yeşeren” bir “barış”, asla yeşeren barış değil; ötekileştiren, sömüren, zulmeden, öldüren, gasp eden bir gerçekliğin perdesi ardında oynanan ve sonucunun ayrımcılığa gitmekten gayrı çaresinin olmadığı ahlâki şizofreniden başkası değildir.

Barışı sağlamak, adaleti oluşturmak, ayrımcılığı bitirmek için vegan olmalıyız!