11 Nisan 2017 Salı

“İlk Defa Bir Polis Tarafından İnsan Muamelesi Görüyorum”

“‘Polislerin translara sokakta yürürken bile ceza yazdıklarını, LGBT bireylere kötü davrandıklarını biliyoruz. Siz olayın diğer tarafındayken, yani polisken nasıldı durum’?

‘Mesleğe ilk başladığımda, kendi yönelimimi kabul etmediğim zamanlarda, karakola bir travesti gelmişti. Ama kolları kan revan içerisinde… Polis arkadaşlar da dalga geçiyor. Çok zoruma gitmişti. Kızı nezarete atacaklardı, hayır, dedim. Onu bizim dinlenme odamıza götürdüm, bir kahve yaptım. Sağlık raporuna da ben götürdüm. Bana dediği tek şey: ‘İlk defa bir polis tarafından insan muamelesi görüyorum’. Orada çok duygulanmıştım.’”*

Çiçek Tahaoğlu’nun “Meslekten Kovulan Eşcinsel Polis Anlattı” haberinden bir bölüm okudunuz.

“İnsan yerine konmak”? Büyük resme bakacak olursa aslında ne kadar da günü kurtarıcı bir yaklaşım. Milyarlarca insan-dışı-hayvanın cehennem edilmiş tutsak hayatlarının hem gözümüzün önünde, hem gözümüzden ırakta süre geldiği ya da süre götürüldüğü bir gerçeklikte vücut parçaları ile çıktılarının, bedenleri ve hayatlarının hizmetimize sunulduğu hayvan sırtı üzerinden geçinen dünyamızda sadece insan yerine konsaydık(!)

Ayrıcalıklı dokunulmazlık kalkanı ardında sığınmaya çalıştığımız “insanlık” konumu, adaletsizlik ve ayrımcılık edimlerinin kendiyle mücadele edip bunları sönümlendirmek yerine bunları olduğu gibi bırakıp “insana terfi etmek suretiyle kendini kurtarmaya çalıştıkça adaletsiz ve ayrımcılık, olgusal olarak süregelmeye devam edecek.

Eğer insan-dışı-hayvanlar üzerinden devam eden bu katliam ve kullanım düzenine son vermezsek, bu adaletsizlik ve ayrımcılığın maruz bırakılanları konumundaki hayvanlar için kaçınılmaz gerçek; kendi hayatlarını yaşamak yerine, mal ve kaynak olarak görüldükleri dünyada, hizmet edecekleri kullanıcıların kullanılanı olarak kalmak olacak.

Öte yandan, bütün hissedebilir türleri kapsayan adalet ve özgürlüğün değil, ayrımcı fikirlerinin var ettiği iktidarın hükümranları için Homo sapiens sapiens türdaşları arasında “sınırı aşanları” cezalandırma yollarından biri de, onları insandan çıkarıp hayvanlaştırmak ve sonrasında kölelik ve katliamdan nasibini aldırtmak olacaktır.

Adını koyalım. Irkçı ideoloji için bir grubu yok etmeyi meşrulaştırmanın en kolay yolu o grubu “insan”dan uzaklaştırmak olmuştur. Irkçı Nazi ideolojisi; Yahudileri, Slavları, Çingeneleri ve Afrikalıları “untermenschen” yani “altinsan” olarak tanımladı. Bu şekilde onları hayvana yaklaştırmışlardı. Ne de olsa hayvan insandan “alt” idi ve kendi çıkarlarımız söz konusu olunca onları öldürmekte sorun yoktu(!)

Birbirine savaş açan ülkelerin birbirini sıçanlıkla; belli kesimlerin diğerlerini köpeklikle suçlamasının temelinde, net şekilde insandan aşağıda tutulan hayvanlara yapılabilecek her türlü menfi icraatın meşruiyet fikri yatmaktadır.

Erkin, kadına biçtiği üretici rol, her gün kırsalda-endüstride tavuk ve inek üzerinden yeniden inşa edilmiş olunmuyor mu? Hissedebilirlik (öznel farkındalığa, sinir sistemine sahip olmak; acıyı, mutluluğu bilmek) bakımından aynı olduğumuz ve kendi hayatlarının öznesi olabilecekken bizlerin nesnesi/kölesi haline getirdiğimiz hayvanları tür ayrımı üzerinden bizden aşağıda konumlandırmamızın ardında yatan ötekileştirme fikri gerçekten hayvanla sınırlı mı?

Peki ya kadınlar, translar, eşcinseller, travestiler, interseksler, farklı dine mensup olanlar, ateistler, farklı bir milletten olanlar ya da milletsiz olanlar, evsizler, sokakta yatanlar; ötekiler? Baskın birkaç “normal” şablonunun dışında varlık gösteren bireyler için ötekileştirilmek, toplumun en zayıf halkası olan hayvanları ötekileştirebildiğimiz bir dünyada, ötekileştirme fiilinin kendini devam ettiren niteliğe sahip bir edim olarak kaçınılmaz olacak. Hayvanlar özgür olmadıkça topyekûn özgürlük olmayacak. Topyekûn özgürlük olmadıkça özgürlük olmayacak! Topyekûn özgürleşme için düsturumuz hiç kimseye ayrımcılık uygulayamayacağımız ve başlama noktamızın hayvanlar olduğu bir dünya tahayyül etmek durumundayız. Hayvanları içine dâhil etmediğimiz bir etik çember, ayrımcılıktan vazgeçmediğimiz bir adaletsizlikten başkası olmayacak.

Aradaki bağlantıyı “okuyabiliyor” muyuz? Asıl derdiğimiz ayrımcılık olgusuna kendisine karşı çıkmak olduğunu fark edebiliyor muyuz? İnsan türüne karşı yapılan ayrımcılıklardan şikâyet ederken insan türü olarak her yıl yüz milyardan fazla hayvana uyguladığımız ayrımcılık sonucu onları köleleştirdiğimiz ya da öldürdüğümüzü görebiliyor muyuz? Etik olarak yapılması gerekenin, insan-dışı-hayvanları, etik çemberin dışında tutmak değil içine almak gerektiği hususunda hem fikir değil miyiz? İnsana “terfi” etmek yerine, hayvanla vücut dokunulmazlığı ve özgürlük bakımlarından aynı çizgide olmamız gerektiği sonucuna, insan-dışı-hayvanların hissedebilirlik noktasında bizlerden farkı olmadığını biliyor olarak varmıyor muyuz?

Özgürlük ve adaletin teşekkül edebilmesi için, insan-dışı-hayvanların köleleştirildikleri bu haksız gerçekliğe karşı özgürlüğün kazanabilmesi için, hayvanlara bunu yapıyor oluşumuzun etik olarak yanlış olduğu için, topyekûn özgürleşme için terfi etmeye değil ayrıcalığı ortadan kaldırmaya ihtiyacımız var.

Bu ayrıcalığın ismi türcülük, ortadan kaldırılışının adı ise veganlıktır.

İnsan-dışı-hayvanlar, tıpkı insan gibi hissedebilir canlılardır. Acıyı, mutluluğu, tutsak edilmeyi, hazzı, ıstırabı ve stresi bilirler; sinir sistemleri vardır. Hiçbir hayvan; mal veya kaynak, yiyecek veya içecek, kıyafet veya aksesuar,  kozmetik veya medikal ürün, denek veya eğlence, ulaşım, spor veya kumar aracı değildir. Vegan olmak, hissedebilir bütün canlılara karşı âdil olmak ve hep birlikte özgürleşmek için başlama noktasıdır.